Eyüpsultanlı Meşhurlar
Mehmet Akif Ersoy
Eyüp’lü meşhur şahsiyetler arasında en fazla tanınanlardan ve hayatı en çok bilinenlerden biridir. “İstiklâl Marşı şairi” olarak, resmî tedrisat içinde yer alan, en azından bir şiiri asgarî seviyede mektep görmüş herkes tarafından ezberlenen bir edebiyatçıdır. Böyle bir mazhariyet yeryüzünde çok az şair ve yazara nasib olmuştur. Onun bu şiiri halen resmî gayri resmi bütün öğretim kurumlarının girişlerinde yer almakta, bütün sınıflarda kara tahtanın üstüne, yani en görünür yere asılmaktadır. Mehmet Âkif, ismen neredeyse toplumun bütünü tarafından tanındığı gibi, hayatı da, öğretim müfredatında da yer aldığı için, büyük çoğunlukça bilinir. Mehmed Âkif İstanbul’un Fatih semtinde, Sarıgüzel mahallesinde doğmuş. Beyoğlu’nda vefat etmiş, cenaze namazı Bayezit Camii’nde kılınmış ve nihayet şimdi Eyüp Belediyesi sınırları içinde kalan Edirnekapı Mezarlığı’na defnedilmiştir... Mehmed Âkif, Osmanlı Devleti’nin son döneminde, fen bilimleri sahasında, baytar/veteriner olarak iyi yetişmiş bir kişidir. Bununla beraber, dil, edebiyat, sosyal bilimler ve dinî ilimler yönünden de sağlam bir kültüre sahip olduğunu biliyoruz. Çok iyi Fransızca bilir, aynı şekilde Arapça ve Farsçaya vakıftır. Bu lisanları iyi tercüme yapacak ölçüde öğrenmekle beraber kendi dilini ihmal eden çok sayıda kişiden farklı olarak Türkçeyi de çok iyi bilmekte ve kullanmaktadır. Bu bilgi ve kültür yönünden donanımlı, sanat kabiliyeti yüksek kişilik, her şeyini idealine, inancına, imanına adamıştır. Büyük sıkıntılar içinde bulunan halkı, Batı tehditi altında varlığını sürdürmeye çalışan devleti, sömürgeci dünya sistemi karşısında nefis müdafaası durumundaki dinî varlığı Mehmed Âkif’in âdeta bütün hayatını belirlemiştir. Mehmed Âkif, “saf şiir” yerine, düşüncesinin, inancının şiirini yazmayı tercih etmiştir. Bir anlamda şiirden kaçmış, şiirden daha yüce saydığı şeyler uğruna yazmış, yaşamış ve mücadele etmiştir. Hayatını buna göre tanzim eden Mehmed Âkif, Devletinin ve ülkesinin içine düştüğü durumların gerektirdiği sorumlulukları bu çerçevede tereddütsüz üstlenmiştir. Mehmed Âkif, 1908 Meşrutiyetinden sonra fikrine ve inancına uygun bir dergi yayını içinde bulunmuş, Balkan savaşından itibaren “din ve vatan hizmeti” kavramı ile ifade edilebilecek bir hareket tarzı içinde olmuştur. Balkan bozgununun meydana getirdiği hava içinde farklı kesimlerden destek sağlanması, yardım toplanması, hastaneler tesisi, gönüllü alaylar teşkili, irşad heyetleri kurulması gibi maksatlarla tesis edilen Müdafaai Milliye Cemiyeti’nin üyeleri arasında yer aldı ve aktif olarak çalıştı. 1. Dünya Harbi sırasında, Teşkilatı Mahsusa tarafından, oradaki
Müslüman esirlerin durumunu incelemek, sömürgelerden getirilen Müslüman askerlerin AlmanOsmanlı ittifakına karşı savaşmalarını önleyici telkinde bulunmak üzere Berlin’e gönderilmiştir. Üç ay süren bu seyahatten sonra 1915 Mayısında Teşkilatı Mahsusa’nın yöneticilerinden Eşref Sencer Bey ile Necid’e gitmiş, isyan etmek üzere olan Şerif Hüseyin’e karşı Devlet’e sadık Necid Emiri İbnürreşid ile görüşmüştür. Osmanlı Devleti’ne, İslâm âlemine karşı İngiliz sömürgeciliğinin yok etme karar ve planını tam manasıyla kavramış ve devam eden savaş içinde mukavemet unsurlarını ifadeye yönelmiştir. İngilizler İslâm dünyasının beynine pençeyi takmış, göğsüne yerleşmiştir. Kolunu (Osmanlı Devleti’ni) da hareketsiz hale getirmeye çalışmaktadır. Birinci hamlede Çanakkale’ye bayrak dikecek, ardından Hilafet merkezi olan İstanbul’a ulaşacaklardır. Mehmed Âkif Berlin hatıralarının bir bölümünü teşkil eden şiiri yazarken İtilaf donanması Çanakkale’yi güçlü deniz ve kara birlikleri ile çökertmek için harekat halindeydiler. Şairin ümidini seslendiren bölüm daha sonra yazacağı İstiklâl Marşı’nda olduğu gibi “korkma” hitabı ile başlamaktadır:
Korkma!
Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz;
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz!
Düşer mi tek taşı, sandın, harîmi namûsun?
Meğer ki harbe giren son nefer şehîd olsun.
Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa;
Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa;
Mehmed Âkif, Berlin’den dönüşünün üzerinden fazla zaman geçmeden Eşref Sencer Bey’in de bulunduğu bir heyetle Arabistan’a gitmiştir. Mehmed Âkif, hakkında biyografik bir eser yazmış olan M. Emin Erişirgil’e göre, askerlik çağında olmaması yüzünden cephelere savaşmaya gidemediğinden böylesine bir vazifeyi hizmet sayarak kabul etmiştir.
Bu sırada düşmanın Çanakkale üzerindeki tazyiki karadan devam etmektedir. Şairin aklı fikri kurtulacağını ifade ettiği bu
cephededir. Çanakkale’nin düşmesi, bütün İslâm âleminin mukavemetinin sonu olacaktır. Düşmanlar asıl hedefe, İstanbul’a ulaşacak ve mukavemeti tamamiyle çökerteceklerdir. Bu halde daha önce İngiltere Fransa Rusya ve İtalya arasında gizli anlaşmalarla kararlaştırıldığı şekilde Osmanlı Devleti’nin merkez toprakları da paylaşılacaktır. Bu gizli anlaşmalara göre İstanbul Rusların eline geçecektir. Mehmed Âkif, Çanakkale’de düşmanın sonuçtan ümidini kesecek şekilde mağlubiyetini Arabistan’da küçük bir istasyon olan ElMuazzam’da öğrenir. Çanakkale zaferi müjdesini aldıktan sonra “Çanakkale Şehidlerine” adıyla meşhur olan şiirini yazar:
……
Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor
Bir Hilâl uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökden ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe!” desem, sığmazsın.
.......
Bu şiirde de İstiklâl Marşı’nda ifade edilecek muhtevanın izlerini bulmak mümkündür. I. Dünya Savaşı sırasında böyle görevler üstlenen Âkif’in, savaş sonrasında da bu çerçevede hareket ettiği görülmektedir. Mütareke döneminde İstanbul’da Sebilürreşad dergisi ile ilgilenen Mehmed Âkif, Batı Anadolu’da işgale karşı direnişin başladığı Balıkesir’e gider. Batı Anadolu’da ve Balıkesir’de direniş esas itibarıyla İstanbul hükümeti ve Erkânı Harbiyesinin (Genel Kurmay) çabaları sonucu oluşmuştur. Bu resmî yayınlarda bile reddedilemeyen bir hakikattir. Eşref Edib’le birlikte Ocak 1920’de yaptıkları bu seyahatte Mehmed Âkif Zağanos Paşa Camii’nde halka hitap eder (23 Ocak 1920). Burada daha sonra TBMM’de ve Taceddin Dergâhı’nda beraber olacakları Hasan Basri Çantay ile yakından tanışır. Sebilürreşad dergisi idarehanesi Millî Mücadele’ye katılmak üzere Anadolu’ya geçenlerin haberleşme merkezi haline gelmiştir. Aynı zamanda, Milli Mücadele’yi destekleyici mahiyette dış yayınlar (Şeyh Müşir Hüseyin Kıdvay’ın kitabı gibi) çevrilerek basılmakta ve dergi paketleriyle Anadolu’ya gönderilmektedir. M. Emin Erişirgil, Âkif’in bu dönemde yalnız “politika şairliği” değil, “komitacılık” da yaptığını iddia eder. Ankara’nın mukavemet merkezi niteliği kazanması üzerine 1920 Nisan ayı başında Sebilürreşad dergisinin imtiyaz sahibi Eşref Edib’e “Artık burada duracak zaman değildir, gidip çalışmak lâzım. Bizim tarafımızdan halkı tenvire ihtiyaç varmış, çağırıyorlar. Mutlaka gitmeliyiz. Ben yarın Ankara’ya hareket ediyorum. Hiç kimsenin haberi olmasın. Sen de idarehanenin işlerini derle topla, Sebilürreşad klişesini al, arkamdan gel” der. “İslâm Şairi” Mehmed Âkif’in Anadolu’ya geçmesinin, seçkin kişiler ve kamuoyu nezdinde mücadelenin imajının teşekkülünde önemli bir yeri olduğu muhakkaktır. Nitekim, beraber yolculuk edecekleri Ali Şükrü Bey’in Ankara’da TBMM’nin açılış hazırlıkları devam ederken, 1920 Nisan ayı içinde bir gün derginin idarehanesine gelerek, Ankara’dan çağrıldıklarını, Mustafa Kemal Paşa’nın Sebilürreşad’ın Ankara’da neşrini arzu ettiğini, bu derginin Ankara’da yayınlanmasının hareketin mânevî cephesini kuvvetlendireceğini söylediğini Eşref Edib yazmaktadır. Mehmed Âkif büyük ihtimalle 10 veya 11 Nisan günü İstanbul’dan ayrılmıştır. Zahmetli bir yolculukla Adapazarı’na, oradan da Eskişehir’e varılmıştır. Eskişehir’den trenle Ankara’ya ulaştıktan sonra Mustafa Kemal Paşa ile Meclis girişinde karşılaşması, başka bir yere gitmek üzere olan Paşa’nın Âkif’e “Sizi bekliyordum efendim, tam zamanında geldiniz, şimdi görüşmek kabil olmayacak, ben size gelirim” demesi enteresandır.
Mehmed Âkif’in nisanın son haftasında Ankara’ya ulaştığı tahmin edilebilir. Resmî kayıtlara göre, Onunla birlikte seyahat eden Ali Şükrü Bey’in 23 Nisan günü Meclis’e iltihak ettiği belirtilmektedir. 30 Nisan cuma günü (muhtemelen) Hacı Bayram Camiinde vaaz eden Âkif, halkı irşad ve Millî Mücadeleyi desteklemelerini sağlamak üzere Eskişehir, Burdur, Sandıklı, Dinar, Antalya, Afyon, Konya ve Kastamonu’ya gönderilir ve buralarda konuşmalar yapar, vaazlar verir; böylece Ankara’ya karşı şüphe ve tereddütleri izale eder. Mehmed Âkif’in TBMM üyeliğine kabulü 5 Haziran 1920 tarihindedir. Burdur’dan seçilen “İslâm şairi Mehmed Âkif”in üyeliği Meclis üyeleri tarafından “müttefikan” (oybirliği ile) kabul edilmiştir. Mehmed Âkif Ankara’da Taceddin Dergâhı’nda misafir edilir. O, İstiklâl Marşı başta olmak üzere Ankara’da yazdığı bütün şiirlerini Taceddin Dergâhı’nda kaleme almıştır. Mehmed Âkif, Maarif Vekaleti’nin açtığı İstiklâl Marşı müsabakasına katılmaz. Sebebi, kazanana nakdî mükafat vaad edilmesidir. Yarışmaya yedi yüzden fazla şiir gelmiş olmasına rağmen hiç biri matluba muvafık bulunmamıştır. Maarif Vekili Rıza Nur’un Sovyetler Birliği’ne gönderilmesi üzerine Maarif Vekili olan Hamdullah Subhi Mehmed Âkif’e müracaat eder. Âkif “Ben ne müsabakaya girer, ne de câize alırım” der. Hasan Basri ısrar ettikçe, “Ben bu yaştan sonra yarışa mı çıkacağım, ayıp değil mi“ der. Hamdullah Subhi bunun üzerine Mehmed Âkif’e hitaben bir tezkire yazar. Bu yazıda kendisi için nakdî mükafatın söz konusu olmadığı belirtilmektedir.“Türkçülük” akımının en önemli kurumlarından biri veya birincisi konumundaki Türk Ocağı’nın başkanlığını yürüten Hamdullah Subhi ma’şerî vicdanı en iyi ifade edecek, milletin hislerini en başarılı şekilde dile getirecek şiiri sadece onun güçlü kaleminden, nazım kudretinden beklemektedir. Mehmed Âkif’in Ankara’ya gelişinin davet üzerine olduğunu, gelişinde Mustafa Kemal’le karşılaştıklarını ve ayak üzeri konuştuklarını, daha önce belirtmiştik. Mustafa Kemal’le ikinci görüşme, Kastamonu dönüşü vuku bulmuştur. (Kastamonu’dan hareketleri 24 Aralık 1920) Mustafa Kemal Paşa haber göndererek Eşref Edib’le Mehmed Âkif’i istasyondaki küçük odasına davet etmiş ve orada bir saat kadar görüşülmüştür. Sebilürreşad’ın Ankara’da ilk nüshası 3 Şubat 1921’de yayınlanır. 5 Şubat’da Maarif Vekili Hamdullah Subhi Mehmed Âkif’i yazılı olarak, İstiklâl Marşı yarışmasına girmeye davet eder. Mehmed Âkif İstiklâl Marşı’nı yazar. İstiklâl Marşı 17 Şubatta Sebilürreşad’la birlikte Hakimiyeti Milliye’de de yayınlanır. 26 Şubatta Meclis’te görüşülür. 1 Mart 1921’de TBMM‘nin ikinci faaliyet senesinin açılışında okunur ve alkışlarla karşılanır. Ve nihayet 12 Mart’ta millî marş olarak kabul edilir. Mehmed Âkif’in başmuhariri olduğu Sebilürreşad, Ankara Hükümeti’nin devamlı olarak desteklediği iki süreli yayından biridir. Dergi Matbuat ve İstihbarat Umum Müdürlüğü Matbaasında basılmaktadır. Üç bin nüshası yayıncılara verilmekte, beş yüz nüshası ise Hükümet tarafından dağıtılmaktadır. Bu durumda Sebilürreşad’ın bir akımın temsilcisi olarak el altında tutulduğu, bu dergide yayılan dindarane ve antiemperyalist fikirlerin kitlelere ulaşmasının yönetimin işine geldiği kolaylıkla anlaşılabilir. TBMM hükümetinin bu akımın en azından yayın desteğine ihtiyacı vardır. Bu yüzden üç yıl boyunca Anadolu’da yayınlanan 50 nüshasında 47’si Ankara Hükümeti tarafından basılmıştır. 1923 Mayısında Mehmed Âkif ve Eşref Edib Sebulürreşad klişesini alarak İstanbula dönerler. Mehmed Âkif’in Ankara’dan götürdüğü iki şey vardır: İstiklâl Madalyası ve mebuslara hediye edilmiş olan silahlardan kendisine düşen bir tüfek. Sebilürreşad’ın İstanbul’da ilk sayısı 16 Mayıs 1923’de yayınlanır... Mehmet Âkif, Türkiye’nin bin yıllık Müslüman kültür vasatının son yüzyılda yetiştirdiği iyi niyet âbidesi örnek bir şahsiyettir. Hile, entrika bilmeyen; hatta ilişkilerini kendine zarar vermeyecek şekilde düzenleme mânâsına “siyaset”e tenezzül etmeyen, hayatının her kesitinde saf ahlâkı benimseyen ve yaşayan Mehmed Âkif, arı bir İslâm inancıyla, muhtemelen gördüğü pozitif tahsilin de tesiriyle, selefi din anlayışını hayatının bütün dönemlerinde düstur edinmiştir. Bulunduğu alanın, mevkiin oyuncusu olmak yerine her zaman tabiî şahsiyeti olmayı seçmiştir. Mehmed Âkif 19. yüzyılın son çeyreğinde doğmuş, şair, yazar ve dâva adamı olarak aktif hayatını 20. yüzyılın ilk çeyreğinde tamamlamış, ömrünün Cumhuriyetten sonraki kısmını, bazı istisnalar dışında pasif olarak geçirmiş ve 1936 yılında vefat etmiştir.